Her şey İznik permakültür faaliyeti dönüşünde araba içerisinde ucu açık sohbetin sizi “Hasan Dağına çıkarayım mı” lafına gelmesiyle başladı. Çalıştığım şirkette (Turkcell Global Bilgi) son zamanlarda beraber bir kaç değişik faaliyet yaptığım ekibin sinerjisine güven duyduğum için,
böyle bir faaliyet önerisinde bulundum. Daha önce hiç dağ çıkışı tecrübeleri yoktu ama Hasan Dağına çıkabilecek fizik ve ruhsal güçleri vardı. Fakat mevsim olarak yazdan çıkmıştık, belki treni kaçırmamak için son 2 haftamız kalmıştı, kar düşmeden zirvede olmalıydık.
Arabada muhabbetini konu ettiğimiz faaliyet için 2 haftamız vardı. Sürekli alışveriş ve eğitim ve bilgilendirmeyle geçen haftaların giderek sonuna yaklaşıyorduk.
Bilirsiniz dağcılık malzemeleri çok iyi teknolojide üretilir, buna karşın oldukça pahalıdır. Yeni denenecek ve devamının ne olacağını öngöremedikleri bu faaliyet için idare edebilecek en iyi muadillerini seçtik ve aldık. Decathlon bu konuda imdadımıza yetişti 🙂
Artık son haftaya girdiğimizde neredeyse malzeme konusunda hiç eksiğimiz kalmamıştı.
Rotamız Aksaray ili sınırları içerisinde bulunan sönmüş bir volkan olan Hasan Dağı idi. Bir araç kaldırmak için şirketteki ekip buna yeter sayıda değildi, sayımız 6-7 civarıydı. Dışarıdan daha önce faaliyet yaptığım ve yapmak istediğim kişileri de davet ederek toplam 14 kişilik bir ekip oluşturduk.
Daha önce çok zirve deneyimim oldu ama yeni hazırlanan bu ekibin zirve görecek olması düşüncesi beni çok heycanlandırıyordu. Her anlamda çok iyi hazırlanmıştık. Her şey yolunda giderse zirveyi görebilirdik. Dışarıdan davet ettiğim arkadaşlara faaliyetin ana oluşumunu da izah ettiğimden herkes bir birini idare edecekti artık 🙂
İstanbul’dan çıkışta değişik biniş noktalarından binen ekip bu süreci çok güzel bir şekilde yönetmişti. Bir toplama ekip için başarı sayılabilirdi.
Normalde dağa giderken yiyecek konusu her çadır ekibinin kendi inisiyatifindedir. Evden çıkışta çantalarımıza yerleştirerek, ayrıca bu konu için bir daha yolda zaman harcamayız. Bu defa olay farklı idi. Bir yemek çadırı bile tahsis etmiştik. Yani ana kamp çadırı vasfında neredeyse tüm ekibi içine alabilecek büyüklükte bir çadırımız vardı.
Biz şirket ekibi olarak yolda yiyecek planlamasını yaparak alış verişimizi yaptık.
Sabah olduğunda iyi uyuduğumuzu düşündüren ne çabuk geldik sözleriyle Aksaray’ın girişindeki tesislerde çay içerek Hasan Dağını süzüyorduk.
Çok geçmeden kamp alanına vardık, hava yazdan kalma olmasa da mevsime göre fena sayılmazdı. Kahvaltıyı kamp alanında hep beraber büyük bir sofra hazırlayarak yaptık. Yılan karın karla kaplı olduğu sisin dağılmasıyla görünüyordu. Bu durum beni bir hayli endişelendiriyordu. Eğer kar yüzeyi kapatacak kadar yağdıysa artık kış şartlarını gerektirecek yani kış malzemesi olan kazma ve hatta krampon gerektirecekti. Arada bir perdeleyen sis zirveye daha fazla düşecek karın habercisi olabilirdi.
Öğleden sonra yüksekliğe uyum için 2-3 saatlik bir yürüyüş planlamıştık, bunu yükselerek yapacaktık. Çünkü gece yapacağımız çıkışta yükseklik uyumu hiç olmayan global ekibini zorlayabilirdi. Hem de gurubun genel uyumu belli olacaktı. 1,5 saatlik yürüyüşle kapı denilen bölgeye yaklaştık, umduğumdan daha iyi bir durumdaydık. Bundan daha iyisi olamaz diye düşündüm. Tek bir sorun sürekli kafamı kurcalıyor, eğer kulvarın bir bölümünde kar olduğundan fazla ise mutluluğumuz yarım kalacaktı. İnişte Cem’min ayakkabıları raf ömrünü tamamladığı için yanlardan dikiş yerlerinden tamamen açıldı, çadır alanına kadar idare etmişti ama. Ali abiyi arayacağını Aksaray’a giderek oradan bulabilirse bir trekking botu alacağını söyledi. Tüm bu olanlardan habersiz Ali abi bizi bırakıp gecenin yorgunluğunu çıkartmak için Aksaray merkezde uygun bir yerde rüyadan rüyaya geçiş yapıyordu. Tam bu esnada ki o kadar taciz ettikten sonra Ali abiyle iletişime geçtik. Çok anlam veremeyen konuşmamızın ardından biraz uyandıktan sonra geleceğini söyledi. Aracın gelmesi ve Cem’in Aksaray’a ayakkabı bulma umutları ile gitmesinin ardından kampta akşam sessizliği başladı.
Yatma saatine kadar süren telefon görüşmeleri ve görüntülü mesajlarla uygun ayakkabıya karar verme trafiği akşam 9’a doğru Cem’in geri kamp alanına gelmesiyle son buldu. Bu benim heyecanımı bir kez daha arttırmıştı.
Yatmadan Mustafa ile yılankar rotasına son kez bakarak çıkış için en uygun saati belirlemek istedik. Bir saat öncesi veya sonra çok fark ederdi, kar ve sıcaklık için. Her şeyi minimum hissetmeliydik ekip olarak. Sonunda sabah 04:00’te çıkma kararı çıktı ortaya.
Ekip olarak 02:30 da uyanma kararımızdan 1 saat önce yoğun bir gürültü ile uyandım. Hemen yanı başımızda yaylacılar vardı ama bu onların tek başına çıkartabileceği bir gürültü değildi. Sessiz doğanın koynunda kalabalık bir toplanma, bol gürültü ve içki eylence, magandalık her şey vardı ilk karar verdiğim. Sonra gurubun dışarı çıkması çadırları sesli taciz etmeleri, bizden ses çıkmayınca araçlarındaki müzik sistemi patlatacak seviyede çalmaları ve bize nisbet olsun diye oynamaları bizim yoğun sessizliğimiz sonucunda fazla devam etmeyip bitti. Sabah kalktığımda ekipte çok daha fazla ve farklı hikayeler duyacaktım.
Alarmlar çalıyor, sıcak tulumlardan kozadaki tırtıl gibi çıkıyoruz. Hava mükemmel sanki gürültü bir sabah hiç uyanmamış gibiyiz. Yada ben kendi adıma öyleyim. Çünkü bizim çadırımız göreceli olarak olay mahaline biraz daha uzaktı 🙂
Ana kamp çadırına giderek toplu kahvaltımızı yapıp tam saatinde yürüyüş düzenine geçmiştik. Yeniçerilerin mehteran bölüğü eşliğinde cenge gitmesi gibi bizde yan taraftaki sürüye bakan köpeklerin eşliğinde kamp alnından dağdaki sessizliğe doğru süzülüp aktık.
Hava oldukça dingin, rüzgar neredeyse yok gibi. Hava karanlıktan çok belli etmese de bulutsuz olacak izlenimini veriyor. Ağır yürüyüş temposuyla ilk bir saati geride bıraktık. Dünkü geldiğimiz noktaya bugün daha iyi bir sürede varmıştık. Saat 06:00 civarı Kayseri yönünden tan ince bir çizgiyle ağarmaya başlıyordu. Giderek açılan çizgi Ankara yönüne doğru bütün çoğrafyayı ortaya çıkarttı. Arkadaki konuşmalardan bakılırsa bizimkilerin keyfi oldukça yerindeydi. Esprilerin yapılma çabası bunun bir göstergesi sayılırdı 🙂 Ben en çok Emeği merak ediyordum. Sürekli onu gözlemlemeye çalışıyordum. Emeğin biraz astımı vardı, bence bu hiç mesele edilesi bir şey değildi, fakat bu çıkışta onunda bunu görmesini bekliyordum.
Kapı denilen kulvarın ağzına geldiğimizde hava iyice aydınlanmıştı. İlk büyük molamızı burada verdik 15 dk. Kulvarın hemen girişinde zeminde parça kar tabakaları başladı. Kulvar dik olduğu için burada daha hızlı yol alıyorduk. Yer yer taşların üzerini kapatan kar bize sıkıntı yaratmıyordu. Buraya kadar kopma olmadan gelmiştik. Ve geriye dönen de olmadı, yani bir aksilik olmazsa ekip tam kadro zirvede olacaktı. Sırta çok az kala ne kadar kaldı sözlerinin çok olduğu anlarda sırttaki güneş belirdi. Bu her zaman tükenmiş olana bile ciddi enerji verici bir duygudur. Sırt hattına vardığımızda rüzgarsız güneşli bir sabahın tadını çıkarttık. Bir büyük molada burada verdik. Bundan sonrası zirve göründüğü için artık bana sorulan bir şey kalmamıştı.
Sırt hattından görüş alanında olan zirve, kısa bir mesafedir fakat sağ veya sol çanaktan dönülerek gidildiği için mesafe birden katlanarak uzar. Kışın avantajının yaşandığı yerlerden biride burasıdır. Üzerinden zıplayarak gidilen büyük kayalar bir yorgan gibi kardan örtünürler. Böylece çanağından içine girip hareket etmek mümkün hale gelir.
Çanağın sağını uygun görüp, yeni ekip için dikkatli geçilmesi gereken bu etabı da geçip zirve sırtına ilerledik. Ve hep beraber zirveye ulaştık.
Tam zirveye vardığında Emek’te küçük bir astım nöbeti oldu. Hızlı bir şekilde normale dönüp, sonrasında hoplaya zıplaya zirvenin tanıdı çıkarttı 🙂
30 dk kadar güneşli bu günde zirvede kaldık. Yapılan tüm zirve rutinleri yapıldıktan sonra dönüşe geçmek üzere hazırlandık.
Gelirken kulvar etabında bizim global ekibinin biraz zorlandığını gördüğümüz için Mustafa ile klasik rotadan inmenin çok iyi olacağına karar verdik. Klasik demek her zaman uzunluğu çağrıştırır ama inişte ekip daha da yorulmuş olacağı için güvenli iniş her zaman tercihimiz. Daha önce Hasan Dağın’a 5 kez çıktım (3’ü kış tırmanışı) ama hiç klasik rotadan gitme gereği görmemiştim. Kayseri Erciyes istikametinden ilk etapları büyük taşlı ve dik olan etaptan, çarşak ve toprak karışımlı uzun etaba geçerek uzun bir iniş yoluyla kamp alanımıza vardır. Toplamda 10.5 saat süren bir etkinlik oldu. Klasik rota yerine çıktığımız rota olan “yılan kar” rotasından inseydik daha hızlı bir sürede inmiş olurduk fakat dediğim gibi ekip için en güvenli olarak gördüğümüz klasik rotadan indik. Biraz uzatmış olması ekip olarak zirveye ulaşmanın mutluluk hiç gölgelemedi.
yazan : Mutlu İnan AKDAĞ